Sitede Ara

Prof. Dr. Sergülen Onan Dervişoğlu, hem hekim hem çok yönlü bir sanatçı. Resim yapıyor, iki ayrı koroda şarkı söylüyor, şiir yazıyor, tango yapıyor... Medipol Üniversitesi Hastanesi Patoloji Anabilim Dalı’nda çalışan Dervişoğlu ile sanat serüvenini konuştuk.

Babanızın ressam olmasının katkısı büyüktür muhakkak ama resme olan ilginiz nerede, ne zaman başladı?

Tuval, boya, fırça ve paletlerle iç içe bir yaşam, resimle dolu bir çocukluk... Gerçekten boya ve çözücü kokularının genzi yaktığı, renk bilgisinin ilk öğrenilen sözcüklerle dimağlara kazındığı bir evde doğdum, büyüdüm. Hem anne hem baba resim/sanat tarihi öğretmeni olduğundan başka türlüsü zaten olanaksızdı. Henüz 2 yaşında iken fırça tutacak hale gelince boyalarla haşır neşir oldum. Babam ‘Çocuk en büyük sanatçıdır, çünkü doğal, içten ve öğretisizdir’ derdi. Bu konuda ben de özgür bırakıldım. İstediğim gibi ürettim. Babamın çok yönlü sanatçı kimliği ve kişiliği pek çok artı getirdi yaşamıma.

Çocukluğunuzda babanıza özenip, ressam olma düşü kurdunuz mu?

Böyle bir düş her zaman oldu tabii. Daha doğrusu düşünmeye fırsat olmadan resim yaparken buluvermek kendimi denebilir. Resim büyüdüğüm evde her zaman var olan bir olgu olduğundan kendimi ifade etme biçimi olarak da şekil buldu. Aslına bakarsanız ben hep sanat eğitimi almak istedim. Ortaya elle tutulur pozitif bir şeylerin çıktığı, emek ürünlerinin sergilendiği bir yaşam düşledim.       

Babanızın resim derslerinde modellik de yapmışsınız. O süreçleri biraz anlatır mısınız?

Babamın atölyesinde de, okuldaki resim derslerinde de canlı modellik yaptım çocukluğumda. Model olarak da bu renkli dünyanın başka bir boyutunu yaşayarak öğrendim. Atölye daha özgür bir ortamdı ve sonuçta resmi çalışan babam olduğu için nazım geçiyordu. Ama okuldaki derslerde süre belli. Bir yandan da öğrencilere hizmet söz konusu. Bir utangaçlık da oluşurdu doğal olarak, onca göz üzerinize bakıyor.  Kıpırdamadan durmak gerek. Bazen çok sıkılırdım. Beni bir şişe gazozla kandırırlardı.

Meslek seçiminizde ailenizin davranış şekli nasıl oldu, tıp ilgi duyduğunuz bir alan mıydı? Tıp eğitimi alırken de resme devam ettiniz mi?

Meslek seçiminde ailemin ve aldığım eğitimin rolü büyük. Aslında küçüklüğünden beri doktor olmayı hayal eden  çocuklardan değildim. Ben daha önce de belirttiğim gibi sanatla uğraşmak istedim. Sanatçı bir aileden geliyorum çünkü. Ankara Fen Lisesi mezunuyum. Fen ve araştırma ağırlıklı bir okulda yatılı olarak 3 yıl geçirmem ister istemez suların sanattan pozitif bilimlere kaymasına yol açtı. Gerçi ben hala sanatla uğraşmak istiyordum. Babam ‘Sen hekim olup resim yapabilirsin, ama ressam olursan hekimlik yapamazsın’ cümlesi ile beni kandırdı. Gerçi hekimlik mesleğinin eğitim yılları boyunca doçent olana kadar 14 yıl elime fırça alamayınca babama hep sitemli serzenişlerde bulunmuşumdur. Fen Lisesi’ndeki eğitimim ile mühendislik ya da tıp seçecektim, insanı sevdiğim için tıbbı, resmi sevdiğim ve görsel hafızam iyi olduğu için renk ve şekil dünyası patolojiyi, öğretmenliği sevdiğim için ise öğretim üyeliğini seçtim.

Açtığınız ve katıldığınız karma sergilerden bahseder misiniz biraz da?

1994-2017 yılları arasında 40’ı karma, 9’u kişisel sergide resimlerimi paylaştım. Son kişisel sergim ‘Günü Düşüme Yazdım’ şiirlerle el ele resimler başlıklı olup, aynı isimli şiir kitabı da şiir örnekleri ile birlikte sergide yer aldı. İlk sergim Onan Ailesi Atölyesi ile oldu. Sonra düzenli Geleneksel Sanatçı Hekim sergileri ile süregeldi. Son yıllarda Ürün Sanat Galerisi’nde düzenli kişisel sergiler açmaktayım.

Resimlerinizde daha çok hangi teknikleri kullanmayı tercih ediyorsunuz?

Babam Ressam Saim Onan gerçek bir suluboya üstadı idi. Yağlıboyayı da aynı ustalıkla kullanırdı. Ben önceleri yağlıboyaya daha eğilimli idim. Suluboyadan bir korku da vardı. Çünkü yağlı boyada yapılan bir yanlış geri dönebilir. Bir resmi tamamen bozup yeni bir resim haline getirebilirsiniz. Halbuki sulu boya tek hareketlik bir resimdir, hataya izin vermez. Suluboyada her rengi çok düşünerek koymalı, her fırça darbesini çok bilinçli yapmalısınız. Geri dönüş yoktur. Bu nedenle suluboya daha geç girdi resim rutinime. Arada akrilik de kullanıyorum. Resim de fotoğraf gibi, insandaki sonsuzluk duygusunu cisimleştiren bir şey. Resim benim kendimi ifade etme yollarımdan biri. Resimlerime fırçamdan içimin renkleri ve duyguları dökülüyor kağıda. Renkler evreninde gezinmeyi seviyorum.

Resimlerinizde yaşamın hangi ayrıntılarını renge ve biçime aktarıyor, konu olarak daha çok neleri seçiyorsunuz?

Konu seçimleri o dönemim ruh hali ile değişken. Belli bir konu da yok aslında boyalar ve tuvalle baş başa kalınca kendiliğinden dökülüyor. Bir  de resim yapma dönemlerim değişken. Devamlı ve düzenli çalışmıyorum. Hecmeler halinde geliyor resim ve arka arkaya ürettikten sonra uzunca bir sakinlik dönemi oluyor. Günlük rutinin sektesi de var tabii. Bunu yadsıyamayız. İçimden gelip de resim yapamadığım çok zaman oluyor.

Hekimlik gerçekten vakit alan stresli mesleklerden biri. İkisini birlikte yürütmenin zorlukları vardır mutlaka ama kolaylıkları var mı? Bunlardan bahseder misiniz?

Hekimlik bir yaşam biçimi bana göre. Meslek saymıyorum. Beyaz önlüğümüzü çıkarınca iş bitmiyor ve kafamızda düşüncesi ile bile olsa hasta ve hizmeti 24 saat boyunca devam eden bir olgu. Bunu öğrencilerime de söylüyorum. Bu stresli mesleği bir hobi, özellikle üretken bir hobi ile yürütmek ikisini de besliyor. Kolay değil ama yapılabilir bir şey.

Sizce sanat ve hekimlik arasında gizli bir bağ ya da benzerlik var mı?

Doktorluk mesleği de benim resmim de insanı seviyor. Ama en önemli kesişme patoloji ile. Patolojiye ilgimin resimle iç içe büyümem ve şekil hafızamın güçlü oluşu, görsel öğrenme biçimimin daha önde oluşu ile ilgisi olabilir diye düşünüyorum. Patoloji de mikroskop altında görünen bir şekiller ve renkler alemi çünkü. Görsellik çok ön planda. Patolojinin şekillerin  benzerliğini yakalayıp, detaylara inmek, bunları beyin kıvrımlarına kazıyıp gerektiğinde hatırlamak eyleminde resimle uğraşmak kesinlikle bir artı sağlıyor. Öte yandan 32 yıldır mikroskop ışığında hücre ve doku evreninin renk ve şekillerini gözlemlemek de doğal olarak resmimin desenlerine dolaylı da olsa yansıyabiliyor. İki taraflı bir kazanım yani. Ben mesleki yoğunluk dönemlerimde daha çok üretiyorum. Nefes almamı ve devam etmemi sağlıyor. Sonuçta yoğunluğun yanı sıra dertlerle uğraşıyoruz. Bir renk, bir desen, bir müzik notası, bir şiir cümlesi bize yaşamın diğer yüzünü gösteriyor ve açıkçası bana  yaşama umudu veriyor.

Resim haricinde ilgilendiğiniz başka sanat dalları var mıdır?

Sanat komple ve çok yönlü bir olgudur çoğu kez. Pek çok sanatçı ruhlu kişi değişik yönlerde sanatla uğraşır. Ben de kendimi bildim bileli şarkı söylüyorum. Eşim de bir müzik tutkunu öğretim üyesi Boğaziçi Üniversitesi’nde. Boğaziçi Mezunlar Korosu’nda düzenli olarak yaz hariç haftada bir gün çalışıyoruz. Ayrıca 2013’ten beri de İstanbul Avrupa Korosu’nda soprano olarak söylüyorum. Diğer ilgi alanım ise şiir. Hem okumayı seviyorum hem de daha önce de belirttiğim gibi ilk gençlik yıllarından beri yazıyorum.  Tabii ki bir iddiam yok. Şiir de resim gibi kendimi ifade etme biçimim.

Sadece mesleğinizle veya resimle yetinmeyen, çok yönlü bir kişiliğiniz var, Arjantin tango ile de uğraşıyorsunuz. Tango hayatınıza nasıl girdi, biraz anlatır mısınız?

Çocuklumdan beri dans etmeyi severim. Tangonun yaşı, kilosu, bedeni de yok ve yüreğinde insan sevgisi taşıyan her dans severin yapabileceği bir dans…Ayrıca içine girince gördüm ki tango bitmeyen bir serüven, notalarının bilindiği ama her dansın farklı bir beste gibi şekillendiği bir sürpriz dans..Yaşamın kıyısına çok yakın bir dans ayrıca, yaşamın içinden… Tangonun ezbere değil doğaçlama oluşu da benim için bu dansı çekici kılan en önemli ögelerden biri. Tango yaklaşık 16 yıldır yaşamımda ve bunun özellikle son 10 yılı oldukça yoğun. 

AYSEL YAŞA YILMAZ